Kuyruklu Piyanolar ve Boş Sınıflar: Sanat Eğitimi Üzerine Bir Karşılaştırma I
2018'de evimden ayrılıp Düsseldorf'a okumaya geldiğimde, hayatımda yeni bir dönemin başladığını ve bu dönemin beni her yönden besleyeceğini biliyordum. Yeni bir ülke, yeni bir sistem ve yeni insanlar... Tüm bunlar bende derin bir merak ve heyecan uyandırıyordu. Bazen bilmediğin şeylerin içinde kendini yeniden bulursun; bazen de şimdiye kadar bildiğin her şeyi söküp atmak zorunda kalırsın. Bu ülkede ikisini de yaşadım.
Düsseldorf'a vardığım ilk günler, burada öğreneceklerimin sadece akademik bir bilgiyle sınırlı kalmayacağını anlamıştım. Yaşayarak, görerek ve hissederek öğrenmenin ne demek olduğunu öğrenecektim. Tanışacağım sistem, bana çok iyi gelecekti ve öyle de oldu.
Hayat bazen insanı öyle anlarla büyüler ki, o anın içinde gerçek bir farkındalık yaşarız. Geçmişte verdiğim kararların ne kadar doğru olduğunu iliklerime kadar hissettiğim anlardan biri, bir devlet lisesinin Noel konserinde beni buldu.
Hikayemiz, yol arkadaşım besteci, piyanist ve ileride şüphesiz çok iyi bir orkestra şefi olacağına inandığım Luis Goemans'ın, Hattingen şehrinde bir lise orkestrasıyla Alexander Nikolayevich Scriabin çalacak olmasıyla başlıyor. İşin ilginç tarafı, bu okulun bir müzik lisesi olmaması... Evet, bu sadece sıradan bir devlet lisesi... En küçüğü 10 yaşında olan çocukların Scriabin ismini bilmeleri ve hatta bu eseri seslendirecek olmaları, beni derin bir hayrete düşürdü. Sözüm meclisten dışarı, lakin ülkemizde konservatuvar liselerinde okumuş, hayatında bir kez bile Scriabin'in adını duymamış meslektaşlarımla karşılaştığım oldu. Bu bir tesadüf müydü? Yoksa büyük bir yapısal sorunun yansıması mı?
İşte o gün, burada sistemin çocukları sanata nasıl yaklaştırdığını ve bunun nasıl bir toplumsal farkındalığın ürünü olduğunu fark ettim. Bu, bireysel bir yetersizlik değil, sistemsel bir yetersizlikti.
Almanya'da Bir Devlet Lisesi ve Müzik Eğitimi
Okula vardığımızda, müzik sınıflarını görmek istedim. Gördüklerim karşısında büyük bir hayranlık duydum. Sadece müzik derslerine ayrılmış birkaç oda, her odada bir kuyruklu piyano ve viyoladan klarinete, saksofondan elektronik gitara kadar her türden enstrüman mevcuttu. Burası bir müzik lisesi değildi. Burası sadece bir devlet lisesiydi.
Odaya adım attığım anda aklımdan şunlar geçti: Neden aynı imkanlar bizim ülkemizdeki okullarda yok? Neden müzik, sadece belirli bir kesimin ulaşabileceği, diğerlerininse adını bile duymayacağı uzak bir alan haline geliyor? ( Belirli bir kesim ulaştığında da işler başka türlü çıkmaza giriyor; orası başka yazının konusu )
Burada müzik, bir ayrıcalık değil; bir öğrenme biçimi. Enstrümanlar sınıfın bir parçası, tıpkı bir matematik kitabı ya da bir coğrafya haritası gibi. Çocuklar, bir enstrümanı tutmayı, ona dokunmayı, sesiyle bir hikaye anlatmayı doğal bir süreç içinde öğreniyor. Müzik burada bir ders değil, bir hayat pratiği.
Türkiye'de Müzik Eğitimi: Sistemin artık çok da sessiz olmayan çöküşü
Türkiye'de müzik eğitimi, çoğu zaman bir "ekstra" olarak görülür. Hatta böyle bir dersin varlığı bile bazı okullarda tartışma konusudur. Ders kitaplarında yer alan, belki bir kaç sayfalık besteci tanıtımları, adını duyduğumuz ama sesini asla duymadığımız eserler... Müzik, somut bir deneyimden çok teorik bir bilgi olarak kalır.
Sorun sadece enstrüman eksiği değil; sorun, bu eğitimin bir değer olarak kabul edilmemesinde yatıyor. Dahası, konservatuvarlarda ve eğitim kurumlarında liyakatsiz ve niteliksiz kişilerin hoca ve üretici pozisyonlara getiriliyor olması, sorunun çözümünü imkansız hale getiriyor. Yetkin olmayan bu insanlar, sistemi dönüştürecek fikirleri hayata geçiremezken, o kurumları da içten içe çürütüyor. Üniversiteler ve konservatuvarlar, sorgulamayan, ezberci bireyler yetiştiriyor; sanatın düşünsel boyutundan kopan bu sistem, gerçekte birer öğretim kurumundan öteye gidemiyor.
Almanya'daki bu sıradan devlet lisesinin bana gösterdiği şey, müzik eğitiminin nasıl kapsayıcı bir biçimde sunulabileceğiydi. Çocuklara sanata dokunma fırsatı verildiğinde, bu fırsatın onlarda nasıl bir düşünce devrimi yaratabileceğini gördüm.
Türkiye'de de böyle bir sistem hayal etmek zor değil. Tüm bunlar, o çocukların sadece müzisyen olması için değil, daha yaratıcı, daha duyarlı ve daha sorgulayan bireyler olması için gerekli. Bu, bir ülkede şahsi yeteneklerin ötesinde, kolektif bir bilinç dönüşümüne yol açar.
O gün o okulda hissettiğim şey, bir sistemin bir toplumu nasıl büyütebileceğinin sessiz bir çığlığıydı. Düşünün, bir lisede Scriabin'i çalabilecek bir nesil yetiştiriyorsanız, aslında sadece bir eser seslendirmiyorsunuz; geleceğe yeni bir akıl, yeni bir ruh kazandırıyorsunuz...
Comments