Her şeyi anlamak zorunda değilsiniz.
Anlamak yalnızca dünyayla ilişkimizin bir düzeyinden ibaret, tümü değil.
Gilles Deleuze
Deleuze'ün "Hareket-İmge" kitabındaki kavramları anlamanın en büyük zorluğu, onun "imge" kavramını ne şekilde kullandığına dair yaşanan belirsizliktir. Benzer şekilde, "Zaman-İmge" kitabında ise "zaman" kavramının kullanımıyla ilgili benzer bir belirsizlik mevcuttur. Bu yüzden, "İmaj" terimini anlamak, "Cinema I" kitabını çok daha anlaşılır hale getirebilir; benzer şekilde, "zaman" terimini anlamak da "Cinema II" kitabı için geçerli olabilir.
Bergson'un Saat-Zaman Eleştirisi
Deleuze'ün "Sinema II" kitabındaki zaman anlayışı neredeyse doğrudan Bergson'dan alınmıştır. Bergson ile başlamak, her ikisi için de zamanın tam olarak ne anlama geldiğini açıklamak için en kolay yoldur. Bergson'un felsefesi, zamanın gerçek doğasını saat zamanına yönelik eleştirisiyle ve yaşanan sürenin zamanıyla ilgilidir. Bergson'a göre, saat-zaman, zamanı uzamsallaştırmanın bir yoludur ve gerçek anlamda zaman değil, uzamın bir biçimidir. Saatlerin ölçtüğü zamanı düşündüğümüzde, her anın diğerlerinden ayrı, kendi içinde tamamlanmış, kendi başına yeterli bir varlık olarak görüldüğünü düşünürüz. Bu, zamanın en iyi şekilde, her bir incinin ayrı bir anı olan bir ipteki inciler gibi çizildiği anlamına gelir. Saatin her tik takı, bir inciden diğerine geçmemizi sağlar.
Bergson'a göre, bu son derece yanıltıcı ve nihayetinde yanlış bir zaman algısıdır. Yaşanan zaman, sürekli akan zamandır, geçmişin ve geleceğin şimdiki zamana nüfuz ettiği zamandır. Zamanın yavaşladığını düşündüğümüzde (örneğin, sıkıldığımızda), uzar; kriz anlarında ise kısalır ve bazı anlarda (örneğin, rüya görme, fantezi, hayal kurma anları) hafızaya daha sığ bir şekilde daldığımızda değişir.
Sanal ve Gerçek Arasında Bergson'a göre, şimdi, geçmişin ve geleceğin dinamik bir şekilde iç içe geçtiği zamanıdır. Şu anda yaşadığımız dünyanın, bize en gerçek hissettiren yönü, şimdiki zamanda gerçekleşen şeydir. Elimizde bir nesne olduğunda, örneğin bir kahve fincanı, bu nesnenin gerçekliği, hafızamızdaki veya bir filmdeki görüntüden daha gerçek hissettirir. Bu gerçeklik hissi, gerçek bir nesneyi daha az gerçek veya daha sanal olanlardan ayırt etmemizi sağlar. Hafızadaki veya bir filmdeki bir nesne görüntüsü, sanal bir görüntüdür; ancak elimizde tuttuğumuz bir nesne gerçektir. (Unutmayın, Deleuze için her şey bir imgedir çünkü o "İmaj" der; bu da Bergson'u takip ederek, dünyanın bir dilimi demenin bir yoludur). Dünya dilimleri veya görüntüler, gerçekliğin farklı tonlarını yansıtır ve bazıları diğerlerinden daha gerçek veya daha az sanal olabilir.
Stresli dönemlerde eyleme odaklandığımızda, genellikle şimdiki anın içinde aktif olarak bulunuruz ve dünyamızda az miktarda sanallık bulunur. Bu noktada, geçmişin ve geleceğin temsili olan hafıza ve arzu/fantezi/öngörü, şimdiki ana görece zayıftır, bu yüzden eyleme odaklanırken çoğunlukla mevcut olanın içinde var olduğumuzu söyleyebiliriz.
Ancak hafızaya ve/veya fanteziye, yani sanal alemin derinliklerine daldıkça, şimdiki anı ve onun ihtiyaçlarını daha da geride bırakırız. Bu nedenle, şimdiyi ve sanal olanı (geçmiş/gelecek) eşitlemek belki de en iyisidir. Gerçek her zaman geçmişin/geleceğin veçhelerinden daha gerçek, daha şimdiki hissettirecektir. (Halüsinasyon durumları hariç). Dolayısıyla, en azından insanlar için ve zaman meseleleriyle ilgili olarak, sanal olan geçmiş/gelecektir ve bunun tersi de geçerlidir. Bu, sanal olanın başka örneklerinin olmayabileceği anlamına gelmez. Örneğin, Deleuze için gerçek bir kahve fincanı aynaya yansıdığında sanal bir görüntü oluşturur. Ancak Deleuze'e göre, aynadaki görüntülerin, yeniden ürettikleri gerçeklerle tuhaf bir zamansal ilişkisi vardır
Zaman Neden Özgürlüktür?
Bergson ve Deleuze'un düşüncelerinde zaman, bireyin özgürlüğünün temel bir unsuru olarak görülür. Köpeğimiz gibi içgüdülerle hareket eden canlılar için, gerçeklik genellikle önceden belirlenmiş davranışlara yol açar. Ancak insanlar için, gerçeklik çok daha geniş bir serbestlik alanı sunar. Bir izlenim karşısında içgüdüsel bir tepki vermek yerine, insanlar hayal gücü, hatırlama veya fantezi gibi süreçleri devreye sokabilir. Bu da insanın gerçekliği içgüdülerle değil, geçmiş deneyimler ve gelecek tahminleriyle zenginleştirmesini sağlar.
Gerçeklik ile sanal olanın—geçmiş ve gelecek—entegrasyonu, bireyin mevcut duruma bağımlılığından kurtulup özgürlüğüne kavuşmasını sağlar. Karmaşık beyinlere sahip insanlar daha fazla özgürlük kazanır. Bu, geçmiş deneyimlerimizin gelecekteki seçeneklerimizi genişletmek için kullanılmasıyla gerçekleşir.
Özetlemek gerekirse, şimdiki zaman neredeyse gerçektir, ancak geçmiş ve gelecek neredeyse sanaldır. Bu yüzden, zamanın iki ekseni vardır. Zaman ileri doğru ilerlerken, geleceğin kapısından geçmişin hafıza deposuna doğru bir artış söz konusudur. Bununla birlikte, zamanın yanı sıra dikey bir eksen de vardır. Bir kişi, şimdiki zamana ne kadar yakınsa, geçmiş, şimdi ve gelecek arasında dağılım yapan yatay eksenin yakınında olur. Ancak geçmişe ve geleceğe daldıkça, bu eksen genişler.
Örneğin, bir sabah yürüyüşünde hiç görmediğiniz bir hayvanla karşılaştığınızı varsayalım. Merak edersiniz, bu nedir? Geçmiş anıları araştırdıkça, uygun olanları bulursunuz. Bu, tanıma sürecidir. Otomatik tanıma, genellikle daha az derin kazmaya ve daha az zamana ihtiyaç duyar. Ancak daha derine inmek için, şimdiki zamanda daha fazla sanal olana başvurursunuz. Bu, daha fazla zaman alabilir, ancak her zaman böyledir.
Üç Temel Zaman Boyutu: Tanıma, Hatırlama ve Rüya
Tanıma, şimdiki zamanla bağlantı kurma açısından en yüzeysel düzeydir. Hatırlama ise biraz daha derine iner; burada kişi, dün veya geçen yıl yaşanan bir olayı yeniden canlandırmak için belleğine dalarken şimdiki zamanla daha gevşek bir ilişki kurar. En derin düzey ise hayal kurma veya rüya görmektir; burada kişi, şimdiki zamanla neredeyse hiç bağ kurmaz. Örneğin, hayallere daldığımızda, yürürken tökezleyip düşebiliriz çünkü bellek ve fantezilere kapılmışızdır. Ya da tam bir rüyaya daldığımızda, şimdiki zamandan tamamen kopmuş şekilde uyuduğumuzu fark ederiz. Bergson’a göre ölüm, bu bağın tamamen kopması ve sanal ile gerçek arasındaki ilişkinin kesilmesi durumudur.
Sanal olanın sadece geçmiş ve anılarla sınırlı olmadığını, aynı zamanda gelecek ve fantezileri de kapsadığını belirtmek önemlidir. Örneğin akşam yemeği için ne yemek istediğimizi hayal ederken, bu hayal, geçmişten alınmış anılarla desteklenir. Benzer şekilde, bir anıyı hatırlarken bu, eğlence kadar, gelecek ve şimdi ile de doludur. Aksi takdirde anılar bozulmazdı. Hatta şimdiki bir tanıma anı bile gelecekle harmanlanmıştır. Çünkü bir şeyi fark ettiğimde, sadece belleği değil, aynı zamanda beni harekete geçiren arzuyu da kullanırım. Sokakta yürürken, beni harekete geçiren, belleğime erişen ve şimdiki zamanda tanıma imkanı sunan görüntüleri geri getiren arzudur. Geçmiş ve gelecek, ona dalmadan etkinleştirilemez. Sanal, geçmiş ve geleceği şimdi aracılığıyla harmanlamaktır.
Bu nedenle, Bergson ve Deleuze sanalı, köklü bir yenilik, yaratma ve potansiyel oluşturma gücü olarak tanımlar. Gerçek anlamında ölüdür, ancak var olan şeydir. Sanal ise, gelecekte ve geçmişte farklı olabilme ve arzu ile hafızanın şimdiyi etkileyerek kendisiyle ve çevresiyle ilişkisini değiştirme potansiyelini barındırır.
Bu düşünceler ışığında, şu formülü önermek mümkün: Sanal = geçmiş/gelecek = özgürlük = yenilik/yaratma = fark = zaman, gerçek = şimdiki = zorunluluk = aynılık = tekrar = uzay.
Deleuze’ü tanıyanlar bilir ki, onun için fark ve tekrar arasındaki ayrım çok önemlidir. Sanal olan, saf fark ile, gerçek ise tekrarla, aynı kalanla ilişkilendirilir.
Comments